Markalar, hangi ülkelerde tescil edilmişse o ülkede korunur. Dolayısı ile Türkiye’de başvurulan ve tescil edilen bir marka ancak Türkiye sınırları dahilinde korunur. Özellikle ihracat yapan firmalar ihracat yaptıkları ülkelerde markalarını tescil ettirmek durumundadırlar. Bu ülkelerde markalarının tescil ettirmedikleri takdir de şu tip olumsuz durumlarla karşılaşmaları mümkündür;
Ürün ve hizmetlerini ihraç ettikleri ülkelerde bir başka işletme markalarını kendi adına bilerek veya bilmeyerek tescil ettirebilir ki bu durumdan geri dönüş yolu genellikle uzun süreç alan ve maliyetli olan davalardır.
Gümrüklerde mallarına geçiş izni alamama, hatta el konma riski mevcuttur.
İlgili ülkede malları için alacağı resmi izinlerde (gıda üretim izni, ilaç vb), standartlarda (Türkiye’deki TSE gibi) marka tesciline ihtiyaç duyacaktır.
En önemli kısmı ise ihracat yaptığı ülkede marka tescili yaptırmadığı takdir de o ülkelerde markalaşması mümkün değildir.
Firmalar kendi tescilli markaları ile ihracat yapmıyorlarsa, yani başka firmalara ait markaları fason olarak üretiyor ve bu yolla kazanç sağlıyorlarsa kuşkusuz bu, kısa vadeli olarak gelir elde etme bakımından iyi bir yöntem olduğu düşünülebilir. Fakat orta ve uzun vadeli pazarlama stratejilerinde firmaların mutlaka kendi markası olan ürünleri ihraç etmeleri tercih edilmektedir.
Fason üretimin tercih edilmesi halinde, fason imalat bakımından çok düşük fiyatla üretim yapan ülkelerdeki firmalarla yarışılmayacak zorunda kalınacaktır ki bu da fiyat rekabetini gündeme getirecektir. Böylece hiç istenmediği halde firmanın geleceği ipotek altına alınmış olur. Sonuç olarak firmaların ihracat yaptıkları ülkelerde ve ileride ihracat yapmayı düşündükleri ülkelerde hukuki koruma altına aldıkları kendi tescilli markalarını pazara sunmaları uzun vadeli kar marjını yakalamaları anlamına gelecektir.